3 Aralık 2012 Pazartesi

PARÇALANDIM...





Bir parçanı bırakırsın her yaşanmışlığında... Her acında, mutluluğunda, her yol ayrımında,yalnış yaptığında ve doğruyu bulduğunda bir parçanı bırakırsın... ''Hansel ve Grater''in yola bıraktıkları ekmek kırıntıları gibi, geri dönerken yollarını bulmak için bıraktıkları ekmek kırıntıları...
İşte insan bir parçasını bırakır yolunda yürürken...Kötüyü yaşadıysa, acı ve mutsuzluk ;bırakılan parçalar iyi olan yanlarımızdır...Körelirler. Daha zor seven, daha zor ağlayan ve daha zor canı acıyan bi insan yapar bu bizi...
Geçmişe bakıp bu değişimi hangi dönemeçte yaşadığını hatırlamak...
Bir yerlerde kalmış, körelmiştir bu duygu... Yitirdiğini hatırlarsın ama ne zaman, nerede bıraktığını bir türlü hatırlayamazsın...
Çocukluğundaki o masumiyeti, enerjiyi ve o neşeli halini araman ondardır. Büyüdükçe yitirmişsindir çünkü, her adım attığında geride kalmıştır birşeyler...
Acıya acıya, kanıya kanıya öğrenmişsindir hayatı...
Boşuna yaşamadık be gülüm bu hayatı...
Boşuna biriktirmedik onca şeyi içimizde...
Eşek değiliz yaşadığımız herşeyi cebimize koyduk biliyorduk bigün lazım olacak...
Bakma öyle boş boş sen giderken biz dönüyorduk, o yüzden yemiyoruz önümüze konulan her lokmayı...


Zor oldu ama öğrendik....

19 Ekim 2012 Cuma

NE OLMUŞ BİZE BÖYLE....

Geçenlerde radyo programında dinledim. Sabahın erken saatiydi ve konu 'Aldatılmak' tı. İnsanların bu konuda neler düşündüğü gerçekten ilginç. Canlı telefon bağlantıları yapıldı. Enteresandır bağlanan yirmi erkekten on sekiz tanesi aldatılmayı affedeceğini söyledi.
Dehşete düştüm resmen.
Ben kadın olarak aldatılmayı kabullenmem ve kat'i suretle affetmem. Bu benim acizane fikrimdir. Bir kadın aldatılıp affettiğini söylese hayatındaki adamı, bunu anlayabilirim. Saygı duyarım. Fakat bir erkek eğer aldatılmayı kabulleniyorsa; vay dünyanın haline!...
Bana göre kadındır toplumun yapı taşı. Toplumun ahlakı kadındır. Ar, Namus,Hayadır kadın...
Çocuğu yetiştiren,onun hayattaki duruşunu belirleyendir kadın yani annedir. Ona ahlakı, doğruyu-yalnışı ilk öğretendir anne. Yetiştirdiği çocukların duruşu, kadının hayattaki duruşunun yansımasıdır. Daha çekirdekten yüzsüzce yalnışla karşılaşan birey doğru düşünüp, doğru hareket eden bir birey olamaz.
Bakıyorum etrafıma kadının hayat içerisindeki duruşu duruşu o kadar iğrençleşmiş ki ben kadınlığımdan utanıyorum.
Ve bakıyorum etrafıma kadının bu yalnış duruşu o kadar kabul görmüş ki hayatın içinde dehşete düşüyorum.
VAY HALİMİZE...!!!

9 Ağustos 2012 Perşembe

BAHAR...İLK BAHAR...HAYATIMIZDA BAŞKA BAHARIMIZ OLDU MU Kİ...

Güzel bi sohbet havasında başlamıştı herşey. Dostane bir sohbet. Birbirleriyle birçok şey paylaştılar.Hayata, yaşadıklarına ve acılarına dair...
Adam sevememekten şikayetçiydi, güvenememekten.O kadar çok sarsılmıştı ki güveni insanlara karşı. Onunda canı o kadar çok acımıştı ki. Hep başkalarının mutluluğu adına kendi için yaşamayı unutmuş biriydi. Etrafındakileri görecekleri zararlardan sakınmak adına başını kaşıyacak vakti yoktu. Herkese verilecek aklı vardı ama kendi için kılını kıpırdatmıyordu.
Hastalıklı eski aşkları, hastalıklı eski eşi ve sadece kendi çıkarını güden bi ton arkadaşı vardı etrafında. Ama aslında o kadar yalnızdı ki. Geçmişe dair yaraları vardı. Yaşamak için yaşamamıştı. Herkes adına yaşamış ama kendi adına yaşamayı unutmuştu. Devlet ona borçluydu 6 yıl...
Onun öyle bir insanlığı, öyle bir adamlığı vardı.Onurlu, sakin, mağrur, zarif...
Yorgun, yılgın, umutsuz, mutsuz...
Onun sözleriyle şöyle ;
'' Kendi içine sürgün edilmiş bir yaşamım vardı.Umutsuz ve yorgundum. Kaç gece gözlerimi tavana dikip sabahladım bilmiyorum. Manasızlık, dostlara duyulan özlem, karmakarışık duygular, kimbilir belkide korku...''
Derin...
Acılarına tuz basmış ilaç diye...
Canı yandıkça bağırmamış...
Dağların yücesine erişmiş...
Kuş olup uçmuş bazen...
Karanlığı delmiş...
Ama sonra milyon kere ihanete uğrayıp umutlarını yitirmiş biri...
Beyefendiliğiyle kapıdan girdiğinde insanı ürperten bir ağırlık var üzerinde...
Bir o kadarda çocuksu, masum, yalansız ve temiz...
Gözlerini kapat ve kendini teslim et, güvenilirliği tartışılmaz...
İçinde şımarık bir çocuk var, kayıtsız şartsız teslim olan bir çocuk...
Dünyaya dair hiçbir kötü niyeti olmadığı halde,acıtılmış,sancıtılmış ve yıldırılmış ...
Rüyaları kabusa döndürülmüş,
uykuları elinden çalınmış, bu yüzden evrene, en önemliside insanlara güvenini kaybetmiş,
kapısına kilit üstüne kilit vuran, aslında vurduğu kilitle dış dünyanın yakınına sızmasını engelleyen bir kocaman adam...
 
............................................
Seneler Geçsin, Sen Beni bil ben seni bileyim istiyorum.
Benim olduğun kadar dostlarının,
Dostlarının olduğun kadar benim ol istiyorum.
Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.
Yaşayalım ki, Öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı.
Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız.
Sen çok dertlenip, içip arkadaşlarınla eve gelmelisin.
Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız.
Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.
Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim.
Güzel günlerimizi, evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız.
Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek.
Böylece yaşamalıyız işte.
Sonra çocuklarımız olmalı, Düşünsene senin ve benim olan bir canlı.
Geceleri ağladıkça sırasıyla susturmalıyız.
Sen arada mızıkçılık yapmalısın.
Ve ben söylenerek sıranı almalıyım.
Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım,
Söylenerek yumurta kırmalısın.
Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.
Zaman su gibi akıp giderken, Herşey yaşanmış bir hayatımız olmalı.
Her şeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden.
Mutluda olsa, Kötüde olsa, Yaşadığımız günler bizim
günlerimiz olmalı.
Saçlara düşünce yada gidince aklar,
Çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden.
Kavgasız, Her sabah cinayetle uyanılmayan, Sessiz bir yere gitmeliyiz.
Geceleri balkonda denizi seyredip, Sandalyelerimizde sallanmalıyız.
Eve gelip benden kahve istemelisin.
Çocuklar gelmeli ziyaretimize,
Geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız.
Öyle sevmelisin ki beni, Bu yazdıklarım korkutmamalı seni,
Tebessümler açtırmalı yüzünde.
Bir gün bu hayatı bırakıp giderken,
Sadece mutluluk olmalı yüzümüzde
Birbirimiz sevmenin gururu olmalı HERŞEYDE...

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Uçurum Kenarında Parmak Ucumda Yürürüm Ben

Hala ara ara cinnet kıyılarında, cinnet uçurumunun kenarında parmak ucumda yürüyorum...Hayatımda isteyerek ya da istemeyerek o kadar çok risk aldım ki; şimdi yazarken fark ettim ki bayağı cesurmuşum ben:)
Umutluyum, hergün yeniden , yeniden , yeniden uyanıyorum...Bu yüzden galiba ben hiç yaşlanmayacağım çünkü; herşeye inat yaşamayı seviyorum...Ağlarken gülüp, gülerken ağlıyorum ...
Yarın için hayallerim, umutlarım, mutluluklarım var.
Sevdiğimi söyleyebiliyorum ve nefretimi de ....
Neyi nasıl istersem öyle yapıyorum ya da yapmıyorum...
Hayat yarıyor bana ...
Yaşamak yarıyor bana...
Ailem, sevdiklerim, çocuklarım, dostlarım, aşkım, Nefretlerim...
Sakin ve sindire sindire yaşamak için yaradılmışım ben...
Canının yanacağını bile bile yaşamak...Öleceğini bilerek yaşayan tek canlıdır insan...
Mutluluğunu risk ederek yaşamak, İşte bu uçurum kenarında parmak ucunda yürümektir...

Yaşlı bir Zen rahibi hakkında bir hikaye duydum:
Ölüm döşeğindeymiş. Son günü gelmiş ve o akşam artık öleceğini ilan etmiş. O yüzden müritleri, havarileri ve arkadaşları gelmeye başlamış. Onu seven çok insan varmış ve hepsi gelmek istiyormuş. Çok uzaklarda olanlar bile gelmiş.
En eski müritlerinden biri ustasının ölmek üzere olduğunu duyunca hemen pazara koşmuş. Biri sormuş: "Usta kulübesinde ölüyor, sen neden pazara gidiyorsun?" Eski mürit yanıtlamış: "Ustamın özel bir çeşit pastayı çok sevdiğini biliyorum. Gidip ona o pastadan alacağım."

Pastayı bulmak hiç kolay olmamış ama akşam üstü bir şekilde bulmuş ve elinde pastayla kulübeye koşmuş.
Kulübede herkes endişeliymiş. Sanki Usta birini bekliyor gibiymiş.
Gözlerini açıp etrafı taradıktan sonra tekrar kapatıyormuş. Mürit, kulübeye gelince hemen sormuş: "Tamam, sonunda geldin. Pasta nerede?" Mürit pastayı çıkartmış. Usta pastayı sorduğu için de çok mutlu olmuş.
Ölmek üzere olan Usta pastayı eline almış... ancak eli titremiyormuş. Çok yaşlı olmasına rağmen elleri titremiyormuş. O yüzden biri sormuş: "Bu kadar yaşlısın ve ölmek üzeresin. Yakında son nefesini vereceksin ama ellerin bile titremiyor."
Usta yanıtlamış: "Ben asla titremem çünkü korkum yok. Bedenim yaşlanmış olabilir ama ben hâlâ gencim ve bedenim geride kaldıktan sonra bile genç olarak kalacağım."
Sonra pastadan bir lokma alıp çiğnemeye başlamış. O sırada biri sormuş: "Son sözün ne olacak, Usta? Yakında aramızdan ayrılacaksın. Neyi hatırlamamızı istersin?"
Usta gülümsemiş: "Ah, bu pasta çok lezzetli."
Şu anda, burada yaşayan adam budur: Bu pasta çok lezzetli. Ölüm bile önemsiz. Bir sonraki an anlamsız. Bu anda, bu pasta çok lezzetli. Eğer bu anın içinde olabiliyorsan, şimdiyi bu an içinde her şeyiyle yaşayabiliyorsan ancak o zaman sevebilirsin.


Antalya'dayım...Ama bu tatil ve turizm şehrinde olmanın bi güzelliğini görebilmiş değilim henüz. Denizi sayılı gördüm bu yaz...Hergün yeni birşeyler yapıyorum bu ara..Kilo alıyorum,yemek yemekten zevk alıyorum, sigara içmiyorum, gerine gerine sövüyorum....
Yaşadığımdan fazla değil hayat...Çocuklarıma, Aşkıma,Koşuşturmalarıma,yorgunluklarıma, Dogi'nin dağınıklığına, Babamın dalgınlığına( ama varlığına) , Kaprisleriyle halama , bikaç zaman önce yanımdayken şimdi yanımda olmayanlara, Yeni başlangıçlara, Düşmana ve Nefrete rağmen hayat güzel...

7 Temmuz 2012 Cumartesi

...Bu Ayrılık Zulüm...




Sabrı en iyi bilen; çaresizlikten sabretmek zorunda kalandır...
Bu ayrılık bu mecburiyet öyle zor ki...
Bu sabrediş...
Bu boyun eğiş...
Direniş...
Yalvarış...
Yakarış...
Bekleyiş...
Ve belki bazen pes ediş...
Bu ayrılık bu mecburiyet öyle zor ki...
Acısı hafiflemedi bu ayrılığın, unutmadım ben sana...Ya da daha az düşünmüyorum...
Sana verdiğim sözü unutmadım...
Her sabah sesinle uyandım...
Tüm gün sana yandım, tutuştum, dayandım...
Yemedim, içmedim; Zehir ki sen yokken bütün bunlar...
Senin için direndim, Senin için sabrettim....
Şimdi sensizim...
439 gündür sensiz, tatsız, eksik, ne var ne yok gibi...
Yanımdaki yastık boş, Sesin yok, nefesin yok...
Sen yoksun...
Ne ile imtihan ediliyoru biz, hadi ben ediliyorum da sen daha 12 yaşında neyle sınanıyorsun Minikkuş...
Haksızlık bu...
Et tırnaktan ayrılır mı...?
Bu ayrılık haksızlık, zulüm...
Yeryüzünde kulun kula zulmetmesi ne kadar günahsa, zulme göz yummak, birine zulmedilmesine ses çıkarmamakta en az onun kadar günahtır...


25 Haziran 2012 Pazartesi

YENiDEN DOĞDUM ...NURTOPU GiBi BiR BEN OLDUM...

Kendine göre oluşturduğun birikimlerin, yaşadıkların, yaşayamadıkların değil midir seni sen yapan?
Acı, tatlı, güzel, çirkin...

Bunlardır seni sen yapan,
senelerce ceplerinde biriktirdiklerin...
Sonra bir zaman gelir o kadar büyük bi afet olur ki hayatında; her şeyin yeri değişir...
Yıkılır, parçalanır, kaybolur, dağılır...
Öyle büyük bir afet ki bu herşey alt üst olur...
Sen ve sana dahil olan bütün geçmiş, şu anında bunun içinde...
Yalnışların doğru, doğruların yalnış olur; yapmam dediklerini yapar, yapmayı doğru bulduklarını istemezsin...
Öyle bir noktaya gelirsin ki, baştan aşağı değişirsin...Yeniden varoluş, yeni bir PNR...
Hepimiz o kadar çok şey yaşadık ki, başımızdan bir sürü felaket geçti,üzüldük, sevindik, kaybettik, kazandık...
Hayatın en sıradan gerçeği...
Zoru görünce ora mı bura mı sallamadım ben hiç...
Ve hep net oldum hayatımda...
Galiba bende değişmeyen sadece bu kaldı...
Şimdi her sabah uyandığımda yeni ''BEN''le selamlaşmak beni çok mutlu ediyor...
Yeniden keşfetmek, yeniden tanımak kendimi...
Bu tarif edilemez bi duygu...
Yeniden, yeniden,yeniden yaşamak herşeyi...
Şimdiye dek hiçbirşey yaşamamış,öğrenmemiş,hissetmemiş gibi heyecanla...

Uzun zaman ihtiyacını duyduğum ''huzur''u kendimde bulmak...
Herşeye rağmen yaşamayı seviyorum...Hayatı seviyorum...
Dünüm...
Bugünüm...
Umutlarım...
Acılarım...
Gözyaşlarım...
Çaresizliklerim...


BU SABAH UYANDIM TÜM UYKULARIMDAN...
BU SABAH YENİ GÜNE, YENİ BANA MERHABA DEDİM İLK KEZ...
BU SABAH UNUTTUM TÜM KABUSLARIMI...
GÖMDÜM BU SABAH, ÖLDÜRDÜM...
YENİDEN DOĞDUM ...
NURTOPU GİBİ BİR BEN OLDUM...

 

13 Haziran 2012 Çarşamba

ÖZGÜRLÜK...

Galiba bu kez pek iyi değilim. Kendimi bok gibi hissediyorum.
Huysuzum, uykusuzum, huzursuzum...
Akıl sağlığım hiç bir zaman yerinde olmadı ama bu kez gerçekten şüphelenmeye başladım kendimden. Uyuyamıyorum, uykularım parça parça ama kabuslarım bütün. Her gece zindanımda uyanıyorum. Her gece mezarımda uyanıyorum, toparlayamıyorum. Yatağımda olduğumu anlamam birkaç dakikamı alıyor, sonrasında da film kopuyor zaten. Nefesim kesiliyor, başım dönüyor, olmuyor...
Kafamın içindeki artık bedenimle de oynuyor. Dikiş tutmuyor, düzen tutmuyor, karmakarışık...
Bu ne ya... Bu baş edemediğim birşey...Uzun zamandır bastırdığım ama içimde hortlayan...
Esaret ne ki...? Bedenen mahkumiyet, özgürlük yok, istediğin hiçbir şeyi yapmak yok, mecburiyetler, dayatmalar tonla...Ruhen mahkumiyet; en kötüsüde bu ya. Bedeninin içine hapsedilmiş, kendi düşünceleri fikirleri olan bir ruh, bastırılmış ,sıkıştırılmış, incinmiş eziyet görmüş...
 fiziksel eziyet nedir ki...? can acısıdır her daim gelir geçer...
Ama düşündüklerini, hayalini kurduklarını yapamamak. öfkelenip susmak, ağlamak isteyip ağlayamamak, gülmek isteyip gülememek, en çok da söylemek isteyip söyleyememek...Bu nasıl bir işkencedir...? ve can buna ne kadar zaman dayanabilir...?
İnsan hayatta her şeyden vazgeçebilir ama özgürlüğünden asla...
On iki yıl askıya alınmış, gelip gelmeyeceği belli olmayan özgürlük bekleyişi...
Gelmeyecek birini beklemekten kat be kat daha dayanılmaz, uzun, sancılı...Bok gibi bi duygu...
Her gün uyandığında bütünüyle sana ait olmadığını bildiğin bi hayatın içindesin... Hadi yaşa anasını satayım kıçın sıkıyorsa...Benimki oniki sene sıkmış...Yeter daha fazlasına hangi kıç dayanır...?
Sürekli bu hayatın senin olmadığını sana hatırlatan bi ses içinde, '' sus'' dersin susmaz, bağırmaya başlar sen onu susturmaya çalıştıkça...
Ve sürekli içinde şöyle bir his; bu hayat bana ait değil, başka bir yerde benim yaşamayı istediğim hayat durup akıyor, benim dönmem, kalanını devralmam için... Ama işte insan beyni ne kadar mükemmel de çalışsa arada arıza veriyor...
Sen o devam eden hayatın kalanını devralıyorsun fakat beden ve beyin bunu anlamakta zorlanıyor galiba...
Sen yıllardır hayalini kurduğun, dört gözle beklediğin hayata kavuşuyorsun ama bu kezde olmuyor...
Bünye ve beyin arıza veriyor...
Bir saniye içinde bi ton şey düşünüyorum ve saatlerce aklıma birşey gelmiyor.
Oniki yıl öncesini hatırlamakta çok zorlanıyorum. Zoruma gidiyor, zorluyorum kendimi...
19- 20 den öncesi yok...Can sıkıcı oluyor bu durum.Ama elimden birşey gelmiyor.Zira yaşadığım sıkıntılı zamanda yıllarım sanki geçmemiş, ben 20 yaşın üzerine yaş sayıyorum. 
Uzun zaman esaretle baş eden ben şimdi özgürlüğü kendime kabullendirmekte zorlanıyorum sanki...
Yaradan bana birşey dileme hakkımın olacağını söylese hiç düşümez'' esaretimi unutmayı dilerdim'' yoluma devam etmekte zorlanıyorum...Unutmak istiyorum o kadar...